LAİK VE DEMOKRATİK TÜRK DEVRİMİ

3.826

Uluç Gürkan

Türkiye’de laikliğin Anayasa’ya girişi 5 Şubat 1937’de gerçekleşmiştir.

Laiklik, 1961 ve 1982 Anayasalarında da “devletin değiştirilemez temel nitelikleri” arasında yer almıştır. Ancak, laikliğin Anayasalardaki yazılımı bir tür “kavram hükmü” olarak kalmıştır. Altı doldurulmamıştır…

Laikliğin tanımı, yıllardan beri “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır”  ezberli basmakalıp bir cümleyle geçiştirilmiştir. Bu eksik bir tanımdır… Laiklik algısının çarpıtılmasına ve sulandırılmasına ortam hazırlamaktadır.

“Devlet laik olabilir ama kişi laik olamaz” türü saçma laflar, bu ortamın ürünüdür. Böylece, laik düzenin laik olmayanlarla da yürüyebileceği algısı yaratılmıştır…

Böylesi basmakalıp birkaç cümleyle laiklik ne açıklanabilir, ne de anlaşılabilir. Laiklik, sağlıklı işleyen, gerçek bir demokrasinin maddi temelidir. Halkın kendi özgür iradesi ile kendi kendini yönetmesinin ön koşuludur.

Laiklik, Latincede laicusYunancada laikosFransızcada ise laique, olarak; “halktan olan” anlamında kullanılan kelimeden dilimize geçmiştir. Laiklik kelimesinin sözcük kökeninde halk vardır. Zaten laiklik de, zaman içinde halklaşmak anlamıyla özdeşleşmiştir.

Türk Devrimi ve Laiklik

Türkiye’de laik düzene geçilmesiyle birlikte egemenliğin kaynağı gökyüzünden yeryüzüne indirilmiş ve ulusa devredilmiştir. Yüzyıllar boyunca bir sömürü ve baskı aracı olarak kullanılan “hilafet” ve “saltanat” gibi kimi doğaüstü güç kavram ve kurumlar eliyle sürdürülen ilahi egemenlik anlayışı yerini ulusun egemenliğine bırakmıştır.

Açık anlatımıyla, Atatürk’ün “en büyük eserim” dediği Cumhuriyet ile Türkiye’de siyasal egemenlik anlayışını köklü ve kalıcı bir biçimde değişmiştir.

Osmanlı cemaat düzeninin “kul”ları “yurttaş” kimliğini kazanmış ve “özgür birey”e dönüşmüştür.  Böylece“demokrat bir Türkiye” yaratma süreci de başlamıştır.

Laikliğin bsiyasi boyutuyalnızca iktidarın kaynağında değil, kişi hak ve özgürlükleri konusunda da ortaya çıkmıştır.

Allah’ın egemenliğinde kişi hak ve özgürlüklerinden söz etmek mümkün değildir. Laik düzende birey “kul”olmaktan kurtarılıp özgür birey“vatandaş” yapıldığı için kişi hak ve özgürlüklerine büyük katkılar sağlanmıştır.  

Böylece yönetenlerin, kuralları koyanların, yasaları yapanların yönetme, kural koyma, yasa yapma yetkisini de din dışında bir kaynaktan, özgür bireylerin iradesinden almaları sağlanmıştır.

 

Laiklik ve Demokrasi

Laiklik, günümüzde dünyadaki tüm demokratik yönetimler tarafından benimsenmiştir. Zaten laiklik ilkesi olmadan demokrasiden söz etmek olanaksızdır…

Laiklik, aynen demokrasi gibi,  “toplumsal ve siyasal bir yaşam biçimidir.”  Bireysel tutum ve davranışları hedef almaz. Kimin ne giyineceğine, nasıl yaşayacağına, hangi müziği dinleyeceğine, ne içip içmeyeceğine, nerede ve nasıl ibadet edeceğine karışmaz.

Laikliğin hedefi, insanların ortak etkileşim alanlarının, hukuksal tanımıyla kamusal ve toplumsal sistemin özgürleştirilmesidir. “Din kurumunun, siyasal ve kamusal yaşam üzerindeki etkilerinin sınırlanmasıdır”.  

            Bu bağlamda laiklik;

  • Dünya genelinde aydınlanmanın, Türkiye özelinde çağdaş uygarlığın temel kurgusudur.
  • Dünya genelinde akılcılığın, Türkiye özelinde “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” önermesinin temel taşıdır.
  • Hukuk devletinin esasıdır. Kanun önünde eşitlik ilkesinin, adil yargılanma hakkının güvencesidir.
  • Din ve vicdan özgürlüğünün teminatıdır.
  • Kadın haklarının çimentosudur.
  • İnsanın özgür düşünce ve bağımsız karar verme yetisinin, yaratıcılığının şemsiyesidir.

Laiklik ve Yurtta Barış”

Laiklik aynı zamanda, günümüzde en çok ihtiyacını duyduğumuz “yurtta barışın” da sigortasıdır.

Laik düzende kimse etnik kökenine, dini inancına göre ötekileştirilmez. Herkesin doğduğu etnik ve dini kimliğiyle ulusun öz unsurları olarak bir arada yaşamaktan mutluluk ve gurur duyması amaçlanır…

Atatürk’ün vatandaşlık tanımını ulusal temele oturtan “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir” betimlemesi bu doğrultudadır.

Değişik ırklardan, kökenlerden, bu arada değişik ülkelerden gelip de Türkiye toprağında yüzyıllardır ayrımsız kaynaşanların kendi özgür iradeleriyle oluşturdukları ortak bir ulusal kimliğin belirlenmesi “yurtta barışın” ilk adımıdır. Bu da ancak laik bir düzende yaşam bulabilir.

Bizi gün geçtikçe “yurtta barış” hedefinden uzaklaştıran etnik temelli çatışmaların günümüzde böylesine tırmanmış olması tesadüf değildir. Türkiye Cumhuriyetinin “laik” yapısını önemli ölçüde zedelemiş olması terörü tırmandıran önemli bir öğe olmuştur.

Laiklik ve Dünyada Barış

Kimsenin kuşkusu olmasın, laik Türkiye sadece “yurtta barışa” değil, “dünyada barışa” da daha çok katkı yapacaktır.     

Atatürk’ün öncülüğünde kurulan laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti, İslam dünyasını da çağdaş uygarlığa taşıyacak ışıktır.

Bakın çevrenize… Doğumuzda İran, Afganistan, Pakistan; güneyimizde Suriye, Irak, Katar, Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Yemen var. Kuzey Afrika’da da Mısır, Somali, Libya ile komşuyuz…

Doğumuzdaki ve güneyimizdeki komşularımızla pek çok bakımdan birbirimize benziyoruz…

Tarihi ortaklıklarımız var. Pek çok ülke uzun yıllar iç içe yaşamışız… Kültürümüz de oldukça benzeşiyor… İnancımız ise aynı. Nüfuslarımızın büyük çoğunluğu Müslüman…

Bu çarpıcı benzerliklere karşın, komşularımızla aramızda önemli bir fark var.  Türkiye’nin aydınlanmaya ve demokrasiye dönük yüzüyle ilgili bir fark…

Birinci fark demokrasidir…

Bütün eksikliklerine, yetersizliklerine karşın, İslam dünyasında şimdilik işleyen bir demokrasi bir tek Türkiye’de var. 2000’li yılların AKP tahribatı dahi Türkiye’de demokrasiyi rafa kaldırılabilmiş değildir.

İkinci fark kadın – erkek eşitliğidir…

Bulunduğumuz coğrafyada bir tek Türkiye’de geçerli. Devletin en tepe noktalarında buna inanmayanlar olsa da, kadının eşit yurttaş olarak toplumdaki yerini koruyan yasal güvencelere dokunulamıyor…

Üçüncü fark çağdaş sanat ve kültürdür…

Kimilerinin içine tükürme gayretkeşliğine karşın, Türkiye’de sanat, sözü, müziği ve raksıyla yaşama sevincimiz olmayı sürdürmektedir.

Tesadüf mü bu? Hayır, Türkiye’nin İslam dünyasındaki bu farklılığı, aydınlanma ve demokrasi odaklı bu çağdaş güzelliği tesadüf değildir. Türkiye’nin bu farklılığı ve güzellik bizi Atatürk’e, O’nun laik ve demokratik Cumhuriyet felsefesine götürmektedir.

Fransız Devrimi’nden Türk Devrimi’ne

21 yüzyılda demokratik barış, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak biçimlenecektir.

Eğer Türkiye laik ve demokratik bir ülke olarak çağdaş uygarlığın tam parçası olabilirse hem kendi içinde barışa ulaşabilecek hem de dünya barışına öncülük edebilecektir. 

Atatürk’ün gerçekleştirdiği laik ve demokratik Türk Devrimi, sadece ülkemiz için değil, bütün İslam dünyası için yaşamsal önemi olan bir devrimdir. 1789 Fransız Devrimi’nin Hıristiyan nüfuslu Batı dünyasının demokratikleşme sürecindeki anlamı, önemi, etkisi her ne olduysa, laik karakterli 1923 Türk Devrimi’nin İslam coğrafyasının demokrasiye açılmasındaki etkisi de aynı doğrultuda olma potansiyelini taşımaktadır.

İç sorunlarının üstesinden gelmiş bir Türkiye, İslam dünyasında gerçek bir demokrasi örneği olarak ağırlığını gösterebilirse, İslami duyarlılıkların radikallikten uzaklaşmasını sağlayacak bir cazibe merkezi de olabilecektir.

Atatürk’ün laik ve demokratik devriminin bilinci ve sorumluluğu, Türkiye’nin dünya barışına damga vurmasını sağlayacak niteliktedir. Ancak bunun için, Atatürk’ün yolundaki çağdaş uygarlık yürüyüşünün, aksi yöndeki bütün çabalara ve zorlamalara karşın kararlılıkla sürdürülmesi kaçınılmazdır.

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.