DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK

3.149

DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK

Uluç Gürkan

Türkiye’nin Atatürk’e, Atatürkçü düşünceye olan ihtiyacı her zamankinden daha fazla…

Cumhuriyet düzeni tehdit altında…  Atatürk’ün kutsal emaneti, laik ve demokratik Cumhuriyet düzeni yıkılsın, rejim değişsin isteniyor. Laik ve demokratik düzen yerine daha İslami bir yapının, teokratik bir rejimin kurulması amaçlanıyor…

Toplumun çoğulcu ve katılımcı parlamenter demokrasi yerine Cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle barışık olmayan bir “tek adam rejimini” kabule zorlanması da bu amaç doğrultusundadır…

Ötesinde dış politikada da büyük bir çöküş yaşanmaktadır. Uluslararası itibarımız büyük ölçüde zedelenmiştir…

Ortadoğu’da, bulunduğumuz İslam coğrafyasının ekonomik ve siyasal sınırları kanlı bir süreçle yeniden çiziliyor.

ABD’den Rusya’ya, bölgeden İran dahil, bu süreçte dünyanın ileri gelen hemen her ülkesi aktif oyuncu konumunda… Türkiye ise son Kudüs çıkışına kadar iktidarının mezhep odaklı politikaları nedeniyle sürecin dışındaydı. Kendi ülke bütünlüğü üzerindeki tehditleri dahi ABD’ye de Rusya’ya da istediği gibi anlatamıyor…

Oysa Türkiye, AKP iktidarı öncesinde, bölgesinden aldığı güçle bir dünya oyuncusu konumundaydı. Doğrultusunu da Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi belirliyordu.

Türkiye AKP iktidarıyla bu konumunu, barış odaklı doğrultusunu kaybetti.

Bir zamanlar, laik ve demokratik Cumhuriyet düzeni ile model gösterildiği İslam coğrafyasında şimdi Mısır, Suriye ve Libya gibi ülkelerde büyükelçiliklerini dahi açık tutamıyor. Sınır komşuları Irak, Suriye ve İran’ın askeri içerikli uyarılarına muhatap oluyor, diplomatik bir dille de olsa gereken karşılığı veremiyor…

Atatürkçü Buluşma

Yüz yüze olduğumuz bu tablo, bu felaket senaryosu kaçınılmaz değildir. Makûs talihimiz, alınyazımız hiç değildir.

Olumsuzlukları değiştirebilir, hatta bütünüyle de ortadan kaldırabiliriz… Ancak bunu sadece yakınarak, sadece günü kurtarmaya çalışarak yapamayız…

Gün, laik ve demokratik Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatmak için harekete geçmenin, bize dayatılan karanlığı aydınlığa, umuda dönüştürmenin günüdür. Gün, Türk ulusunu Atatürkçü Cumhuriyet değerleriyle buluşturacak bir büyük buluşmanın, bir büyük uzlaşmanın günüdür.

Bu büyük buluşmaya, uzlaşmaya öncülük etmek, Türkiye’yi uçurumun kıyısından döndürmeye azmetmiş olan biz Atatürkçüler için tarihi bir sorumluluktur. Türkiye’nin sahipsiz kalmadığını göstermek, geniş halk kitlelerinin dalga dalga gelerek ortak bir bilince doğru yürüyüşünü örgütlemek, kaçınılmaz görevimiz, vazgeçilmez ödevimizdir…

Demokratik geniş halk kitlelerinin yeniden “Biz de varız, bu ülke bizden sorulur” diyerek Atatürkçü Düşünce Derneği’nde toplanması, Türkiye’nin gerçek umudu olacaktır…

Günümüz koşullarında önümüzdeki felaket senaryosunu umuda, umudun coşkusuna dönüştürecek olan biziz, hepimiziz…

Bunun için yeni bir umuda, yeni bir vizyona, geleceğe dönük yeni bir tasarıma, yeni bir hikâyeye ihtiyacımız var.  Gerçekçi varsayımlara dayanan, dünyadaki hâkim eğilimleri doğru okuyan, Türkiye’yi 21. yüzyılda lider ülke konumuna getirebilecek olan ve toplumda yeni bir heyecan yaratabilecek olan yeni bir hikâyeye…

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak bu hikâyeyi ortaya koymamız ve mutlaka yaşama geçirmemiz gerekmektedir. Aksi halde, Türkiye’yi bekleyen tehlike, 21. yüzyılın kaybedenleri arasında sıkışıp kalmaktır. “Değerli yalnızlık” ve benzeri süslü laflar bu gerçeği değiştiremez…

İnsanlığı etnik ve dini cemaat temelli çatışmalardan kurtaracak yeni vizyonun, Türkiye’nin yeni hikâyesinin ilham kaynağı yakın geçmişimizdedir, Atatürk’ün bu topraklarda gerçekleştirdiği Türk Devrimi’ndedir…

Bundan 95 yıl önce kurulan Türkiye Cumhuriyeti bugün de bize yol göstermektedir…

Türkiye, halkının çoğunluğu Müslüman olan başka hiçbir ülkenin sahip olmadığı bir potansiyele sahiptir. 

Ekonomik gelişmişliği ve askeri gücünün ötesinde, kadını ve erkeğiyle insanını özgürleştirmiştir. Atatürk’ün açtığı yolda, insanı kullaştıran cemaatler ile etnik tabanlı toplumsal yapıyı yıkmış, İslam dünyasında demokrasi yolundaki ilk ve bugüne kadarki tek adımı atmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bu demokrasi projesi, “toplumda, yönetenlerin, kuralları koyanların, yasaları yapanların yönetme yetkisini, kural koyma, yasa yapma yetkisini din dışında bir kaynaktan almaları” özetindeki laiklik ilkesinin temelinde yürütülmüştür…

Atatürk’ün öncülüğünde kurulan laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti İslam dünyasını kan gölüne çeviren etnik ve dini cemaat temelli çatışmaları önleyebilecek, çatışmaları barış içinde bir çağdaş uygarlık yarışına dönüştürebilecek dünyadaki en etkin projedir.

İslam dünyasına gerçekten demokrasi ihracı için, Amerikan savaş gücüne endeksli çatışmacı Yeni Dünya Düzeni’nin yerini,  hem yurtta hem de dünyada barış içerikli Türk Devrimi’nin alması aklın gereğidir. Bu bağlamıyla Atatürk’ün açtığı yol, Türkiye’nin ötesinde 21. yüzyıl dünyasına damgasını vuracak bir devrimdir.

Türkiye bu potansiyeliyle dünyayı değiştirebilir.  İslam dünyasının gerçekten demokratikleşmesine öncülük yaparak, 21. yüzyılın barış umudu olabilir.

Bunun için Türkiye’nin bütün ikna gücünü İslam dünyasında daha fazla demokrasiye ve demokrasinin özellikle halkı Müslüman olan ülkelerde vazgeçilmez koşulu olan laik yönetim tarzlarının teşvikine ayırması gerekir.

Yurtta Barış, Dünyada Barış

  1. yüzyılda demokratik barış, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak biçimlenecektir.

Eğer Türkiye laik ve demokratik bir ülke olarak çağdaş uygarlığın tam parçası olabilirse hem kendi içinde barışa ulaşabilecek hem de dünya barışına öncülük edebilecektir. 

İç sorunlarının üstesinden gelmiş bir Türkiye, İslam dünyasında gerçek bir demokrasi örneği olarak ağırlığını gösterebilirse, İslami duyarlılıkların radikallikten uzaklaşmasını sağlayacak bir cazibe merkezi olabilir.

1789 Fransız Devrimi’nin halkları Hıristiyan olan Batı dünyasının demokratikleşme sürecindeki anlamı, önemi, etkisi her ne olduysa, 1923 Türk Devrimi’nin İslam coğrafyasının demokrasiye açılmasındaki etkisi de aynı çizgide olmalıdır.

NeYapmalı?

Türk Devrimi’nin bilinci ve sorumluluğu, Türkiye’nin dünya barışına damga vurmasını sağlayacak niteliktedir.

Bunu gerçekleştirmek için, önce yarıda bıraktırılmış ve yolundan saptırılmış Türk Devrimi’ni Türkiye’de yeniden başlatmak, sonra İslam dünyasının mazlum uluslarına taşımak gerekir.

Kuşkusuz, bu kolay olmayacaktır.

Atatürk’ten rövanş almak için yurt içinde ve yurt dışında büyük bir savaş yürütülmektedir.  Türk Devrimi’ni yozlaştırmayı, Cumhuriyeti ve devriminin gereği olan demokrasiyi daha İslami bir yapıyla değiştirmeyi isteyenler, ulusal bağımsızlığımızı yıpratıp Türkiye’yi uydulaştırmayı amaçlayanlar, azınlık haklarını örtü gibi kullanıp Türkiye’yi bölmeye çalışanlar, hepsi yıllardır Atatürk’e saldırmaktadır.

Bu saldırılar püskürtülmeli, Atatürk yolundaki çağdaşlık yürüyüşü bütün engellemelere karşın mutlaka sürdürülmelidir. Bunun için geç kalınmış değildir…

“Çok geç” diye bir zaman yoktur. Eğer doğru bir hikâyeniz, gerçekçi bir hedefiniz varsa, siz de bu uğurda kararlılıkla mücadele etmeye hazırsanız, her zaman doğru zamandır…

Peki, bu nasıl olacaktır?  Kuşkusuz, kendiliğinden değil…

Yurt içinde AKP iktidarı, doğrudan ve dolaylı yandaşlarıyla birlikte bir sabah bu gerçeğe uyanmayacaktır. Yurt dışında da ABD, müttefiki Batılı ülkelerle bir arada İslam dünyasının enerji zenginliklerini kontrol hesaplarını rafa kaldırmayacaktır.

Görev bize, Atatürkçü düşüncenin önceliğinde Türkiye’nin aydınlık insanlarına düşmektedir. Ancak, bu konuda gerekli gayreti gösterdiğimiz, belirgin bir kararlılık gösterdiğimiz söylenemez.

Geçmişe, Cumhuriyetin Atatürklü ilk yıllarına özlemle bakıyoruz. Ancak, o günlerden şimdi beğenilmeyen günlere nasıl gelindiği konusunda derinliğine düşünmekten, sorumluluk payını kabullenmekten kaçınıyoruz. Dolayısıyla, içinden kolay çıkılamayan bir edilgenlik, emperyalist dayatmaların karşısında bir tür çaresizlik, teslimiyet içindeyiz…

Dolayısıyla, durumları değiştirme azmimizi örgütlemekte yetersiz kalıyoruz…  

Bu ruh halinden kurtulmamız, el açıp ikinci bir Atatürk beklemek yerine hepimiz bir arada sorumluluk üstlenmek durumundayız. Her birimiz ayrı ayrı ama hep birlikte “İkinci Mustafa Kemal” olmalıyız.

Ülkemiz, halkımız ve 21. yüzyıl dünyası için payımıza düşeni Atatürk’ün inancı, kararlılığı ve sorumluluğuyla yerine getirmeliyiz. Türk Devrimi’ni günümüze taşımalıyız. Hem ülkemizde hem de dünyada barışa giden yolun taşlarını döşemeliyiz…

Biz varsak, Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacak ve ışığıyla dünyayı da aydınlatacaktır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.