Atatürk ile alıp veremedikleri…

1.802

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise önce “Diyanet işleri Başkanı’nın sözlerini Atatürk’e lanet şeklinde tavzih edenler bu ülkeye en büyük kötülük yapan sorumsuzlardır” diye buyurmuş, sonra lütfetmiş: “Atatürk’e hakaret ve hıyanet vatan hainliğidir…”

Her iki açıklamada da görünüşte Atatürk sahiplenmektedir. Ancak Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın da özellikle kollandığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla ne İbrahim Kalın ne de Devlet Bahçeli fazlaca inandırıcı olmaktadır.

Ayasofya’nın cami olarak açılışında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın hutbesinde elinde kılıç, “vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” ifadesi, adını anmasa da doğrudan Atatürk’e yöneliktir. Kim hangi gerekçeye sığınırsa sığınsın, hangi mazereti üretirse üretsin bu hezeyanı saklayamaz.

EGEMENLİK DE HEDEFTE

Ötesinde, burada Atatürk’e sadece bela okunmuş değildir. Atatürk’ün şahsında, bilerek ya da bilmeyerek Türkiye’nin bağımsızlığı ve Türk ulusunun Anadolu’daki egemen varlığı da hedef alınmıştır…

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Atatürk ile alıp veremediğiniz nedir; Yunanın, İngilizin, Fransızın Atatürk’e düşman olmasını anlarım ama siz nasıl düşman olursunuz” sorusunun yanıtı da sözün bittiği bu noktadadır.

Ortalıkta sözde İslamcı bir güruh var. Bunlar, “Yunan ordusu Hilafet ordusudur” diye fetvalar yayımlayan, bu ordu denize dökülünce Yunanistan’a kaçıp burada “Türklükten çıktığını” ilan eden Mustafa Sabri ve Mustafa Kemal’e idam fetvası veren Dürrizade Abdullah gibi Osmanlı Şeyhülislamlarının ardıllarıdır. Onların ihanet çizgisini sahiplenmektedirler.

LOZAN’IN EŞSİZLİĞİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin Hıristiyan Batı’ya dini anlamda ciddi ödünler verilerek kurulduğunu öne sürüyorlar. Atatürk, İnönü ve silah arkadaşlarının Lozan’da laiklik temelinde dinsiz bir ülke sözü vererek Batı’nın icazetini, onayını aldığını, Türkiye Cumhuriyeti de bu pazarlığın sonucunda hilafetsiz, saltanatsız bir esaret düzeni olarak kurgulandığı safsatasına inandırılmışlar.

Bu safsata doğrultusunda, Türklerin Anadolu’dan sökülüp atılmasını ve burada yeni bir Hıristiyan Yunan İmparatorluğu’nun kurulmasını öngören Sevr’i, bu topraklardaki Türk ve Müslüman kimliğinin tapu senedi olan Lozan’a yeğleyebiliyorlar. İstanbul’un hilafet ve saltanat merkezi olarak kalması karşılığında Türklerin Anadolu içlerinde küçük bir toprak parçasında “yarı sömürge” düzenine mahkûm edilmesini içlerine sindirebiliyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırlarında bir dünya devleti olarak yeniden doğumunu gerçekleştirdiğini göremiyorlar. Ünlü tarihçi Arnold Toynbee’nin sözleriyle, “tarihte eşi olmayan bir olay” olan Lozan’da, yenilmiş, parçalanmış bir ulusun, bu harabe içinden ayağa kalkması ve savaşın galibi dünyanın en büyük uluslarını dize getirerek her isteğini kabul ettirmesini algılayamıyorlar. Lozan’ın maddelerini çöpe atmaktan söz edebiliyorlar.

Oysa, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İngiltere başbakanı Lloyd George, Başbakanlıktan düştükten sonra 28 Ağustos 1924 günlü Daily Telegraph gazetesinde yazdığı makalede Lozan’ı Batı dünyası için “bela” olarak nitelemiştir: “Türkiye’nin Lozan başarısı, (…) beladır. (…) Sevr’den Mudanya’ya bir geri çekilmedir, Mudanya’dan Lozan’a ise tam bir bozgundur!”

İHANET ÇİZGİSİ

ABD’li diplomat James Grew’ün sözleriyle Lozan, “Hıristiyanlığı çarmıha geren” bir beladır.

Bizim sözde İslamcılarımız, kurtuluş ve kuruluş günlerinden beri işte böyle bir belayı defetmeye uğraşıyorlar. “Keşke Yunan galip gelseydi ne hilafet yıkılırdı ne şeriat… Ne medrese lav edilirdi ne hocalar asılırdı. Hiçbiri olmazdı” diyebilen bir meczubun peşinde ihanet çizgisinde tepiniyorlar..

Bu ihanet hezeyanına karşı mücadele yılmadan, usanmadan tam bir kararlılıkla sürdürülmelidir. Bu konuda “aman dindarları küstürmeyelim, onlara şirin görünelim” aymazlığı, meydanın bir avuç sözde İslamcıya bırakılması anlamına gelir. Bu doğru ve gerçekçi bir yaklaşım değildir.

Uluç GÜRKAN

Eski Meclis Başkanvekili

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.