BÜYÜKELÇİ Mİ, BOP KOMİSERİ Mİ?

1.500

ABD Büyükelçisinin istenmeyen adam ilan edilmesi gerekmiyor mu (20.07.2006)

“İSTENMEYEN ADAMLAR”

Sevsinler.. Başbakan Tayyip Erdoğan kızmış. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’un, İsrail’in sınır ötesi operasyonunu haklı bulup, aynı şeyi Türkiye’nin yapmasını nasıl karşılayacağı sorusuna verdiği ”Türkiye tek taraflı davranmamalı” sözlerinin “yanlış” olduğunu belirtmiş:

”Büyükelçinin yapmış olduğu açıklama, eğer doğruysa, bilemiyorum, çok çok yanlış bir açıklama… Böyle bir şeyin kararını Sayın Büyükelçi veya büyükelçiler veremez. Bu kararı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti yetkili kurulları verir. Kararımızı veririz, uygularız…

Biz başımızın çerisine bakmayı biliriz, bunun için de gerekli hazırlığa her zaman sahibiz…

Ama nedir? İlgili olan ülke varsa, arzu ederiz ki bu ilgili ülkelerle beraber verelim…”

ABD Büyükelçisi, Başbakan’ın bu çıkışından “çok korkmuş” olmalı ki, kendimiz savunma savunma hakkımız olduğunu “şeklen” kabul ediyor. Büyükelçilikten bir açıklama yapılıyor ve Büyükelçi Wilson’un sözlerinin “Türkiye’nin karşı karşıya olduğu güvenlik tehditleri karşısında kendini ve halkını savunma hakkı bulunmadığı şeklinde yanlış yorumlandığını” öne sürülerek şöyle deniliyor:

”Bu yorum, Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin görüşünü yansıtmamaktadır ve büyükelçinin sözlerinde de böyle bir niyet söz konusu değildi..’

İyi hoş da, nasıl bir niyet söz konusuydu acaba? “Elbet, savunma hakkınızı kullanacaksınız, ancak bunu kendi başınıza yapamazsınız, bize uymanız gerekir” biçiminde bir niyet miydi söz konusu olan?

Bakın ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Sean Mccormak bu niyeti nasıl açıklıyor:

“Türkiye’nin Irak ve Irak’taki çok uluslu güçlerle birlikte çalışması gerekir… Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri operasyonlarının geçmişte de desteklediğimiz bir şey olduğunu sanmıyorum..”

Londra’da bulunan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de farklı bir niyeti olmadığı anlaşılıyor. Bakan Gül, Financial Times gazetesine “Irak’ın PKK terörüne karşı kayıtsız kalması halinde Türkiye’nin harekete geçeceğini” söylemesine karşın, Türk basınına yaptığı açıklamada, ABD’nin Ankara Büyükelçisinden sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün dile getirdiği uyarıları sahiplendiğini gösteriyor.

Gazetecilerin sınır ötesi operasyon konusundaki sorularını yanıtlarken, ABD ve Irak’la birlikte çalışmayı “Türkiye’nin hakkı” olarak niteliyor:

“Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan haklarının yanında bir hakkı daha var. Bu hak, komşularıyla ve müttefikleriyle terörle mücadelede çok daha anlamlı işbirliğidir…

Ben operasyon yapacağım diye diye operasyon yapılmaz. Her şey açık, canlı yayında olmaz. Türkiye körü körüne herhangi bir gövde gösterisi yapma arzusu içinde olan bir ülke değildir…”

Geçmişte de, yılda bir kez sınır ötesi operasyondan söz edip sonra kulaklarının üzerine yatan Başbakan Erdoğan da, bir kez daha beklemeye çekildiği izlenimi veriyor. Kuzey Kıbrıs’ta gazetecilerin bu konudaki sorularını şöyle yanıtlıyor:

“Görüşmeleri, Amerikan ve Irak büyükelçilerini Dışişleri Bakanlığına çağırmak suretiyle başlattık. Buradan gelecek netice nedir, ne değildir bunları da görerek bu adımlar atılır, içeride ve dışarıda…”

OSMANLI’NIN SON GÜNLERİ

Son birkaç günde yaşananlar, bana Osmanlı’nın son günlerini anımsattı.. İngiliz, Alman, Fransız, Rus ve Avusturya-Macaristan büyükelçilerinin her işe nasıl karıştıklarını, hatta aralarında ittifak sağladıklarında Padişah’ı ve Sadrazam’ı nasıl oynattıklarını düşündüm.

AKP iktidarıyla birlikte benzeri bir duruma düşmedik mi?

Gideni ve geleniyle bütün ABD Büyükelçileri ve AB Daimi Temsilcileri, her fırsatta Türkiye’nin içişlerine karışmıyorlar mı? Türkiye’nin ne yapıp yapamayacağı konusunda basın toplantıları düzenleyip televizyon programlarına çıkmıyorlar mı?

AKP iktidarının oralı olmaması sonucu, bakın neler yaşadık..

Bir önceki ABD Büyükelçisi, işi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in yurt dışına yapacağı ziyaretlere karışmaya kadar ilerletmişti.

Şimdiki de hiç eksik kalmıyor. “Savunma hakkınızı kendi başınıza kullanamazsınız” diyor. Aldığı tepki, “bunu kamuoyu önünde söylemekle yanlış yaptın, kapalı kapılar ne güne duruyor”siteminden öteye gitmiyor.

AB Temsilcisine gelince.. Şimdiki zat, her şeye maydanoz olduğu için büyük tepki çeken bayan halefini dahi aratacak ölçüde pervasızlaşabiliyor. Ulu orta, “Türkiye azınlıklar konusunda kendisini Lozan’la sınırlayamaz. Olaya Avrupa standartları açısından bakmalıdır” diye konuşuyor ve hiç bir tepki almıyor.

AKP iktidarının “kuzuların sessizliği” rolünün ezberini bozmamasından yüz bulan kimi AB üyesi ülkelerin büyükelçileri de PKK bayrakları ve Apo posterleriyle dolu Nevruz kutlamalarında boy göstermekten geri kalmıyor.

Hiç olacak iş mi bu? Bu büyükelçilerin pervasızlıkları, Türkiye’nin egemen bir devlet olma gerçeğiyle nasıl bağdaşır?

Diplomasinin, egemen devletler bakımından uygulaması kaçınılamaz bir kuralı vardır.

Diplomatlar bulundukları ülkenin içişlerine karışamazlar. Karışırlarsa, “istenmeyen kişi”ilan edilir ve ülkelerine postalanırlar. Bu konuda dokunulmazlıkları yoktur, olamaz da..

Bu kuralın gereği yerine getirilemezse, hiç kuşkunuz olmasın Başbakan Erdoğan’ın son çıkışı da öncekiler gibi “yıllık ulusa sesleniş” havasında kalır ve basına yansıyan askeri planlar da rafta tozlanır.

Biz ise şehitlerimizin cenazelerinde öfkemizi biriktirmeye devam ederiz. Peki, nereye kadar?..

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.